Yazar: Minik Masal

Bir varmış, bir yokmuş… Uzak diyarlarda, yemyeşil ağaçlarla kaplı, kuşların şarkı söylediği, kelebeklerin dans ettiği Renkli Orman adında büyülü bir yer varmış. Bu ormanda, herkesin çok sevdiği ama birazcık meraklı bir minik aslan yaşarmış. Adı Leo’ymuş. Leo bir sabah gözlerini açmış ve kocaman esneyerek: – Bugün yeni bir yer keşfetmek istiyorum! demiş. Annesi uyararak: – Ama dikkatli ol Leo, ormanda kaybolma, demiş. Leo kafasını sallamış, sırt çantasını almış, içine biraz meyve, su ve büyüteç koymuş. “Bir aslan her zaman hazır olmalı!” demiş kendi kendine. Yola koyulmuş. Birden cıvıl cıvıl konuşan Renkli Papağan Piko ile karşılaşmış. – Leo! Gizemli Şarkı Mağarası’nı…

Read More

Bir varmış bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, Anadolu’nun güzel köylerinden birinde, annesiyle birlikte yaşayan akıllı mı akıllı, saf mı saf ama kalbi tertemiz bir delikanlı varmış. Adı Keloğlan’mış. Bir gün köyün üstünde garip bir ışık belirivermiş. Herkes korkmuş ama Keloğlan merakına yenik düşüp ışığın geldiği tepeye gitmiş. Orada, yumurta gibi parlayan, camdan yapılmışa benzeyen bir uzay gemisi bulmuş. Gemi kendi kendine açılmış ve içinden metalik sesli bir robot çıkmış: — Merhaba dünya sakini. Ben Zoto! Biz Ay’da yaşıyoruz. Ay’ın ortasında sadece bir gecede açan, altın gibi parlayan nadir bir çiçek var: Altın Çiçek. Ancak onu ancak temiz…

Read More

Minik yıldız Elif, Samanyolu Galaksisi’nin en ışıltılı köşesinde, diğer binlerce arkadaşıyla birlikte parıldardı. Ama Elif’in minik kalbi, sadece kendi etrafında dönmek yerine, evrenin sırlarını keşfetmek için sabırsızlanıyordu. Bir gece, gökyüzü kadife gibi kararınca ve diğer yıldızlar yavaş yavaş uykuya dalınca, Elif usulca yerinden ayrıldı. İlk durağı, devasa gaz bulutlarının dans ettiği Nebulalar Diyarı oldu. Bu bulutlar, bir ressamın paletindeki tüm renklere sahipti: parlak pembeler, derin morlar, göz alıcı turuncular ve sakinleştirici maviler birbirine karışıyordu. Elif, bu renk cümbüşünün içinde adeta büyülenmişti. Bulutların arasından süzülürken, içlerinde yeni oluşmaya başlayan minicik yıldız bebeklerini gördü. Onlara sevgi dolu bir gülümseme gönderdi ve minik…

Read More

Derinlerde, masmavi suların altında, rengarenk mercanlardan yapılmış evlerde yaşayan sevimli mi sevimli balıkçıklar vardı. Bu balıkçıklardan birinin adı Pıtırcık’tı. Pıtırcık, tıpkı diğer arkadaşları gibi rengarenk pullara ve minik yüzgeçlere sahipti. Ama onu diğerlerinden ayıran bir özelliği vardı: Pıtırcık çok meraklıydı! Bir gün Pıtırcık, annesiyle babasının “Sakın derinlere gitme!” uyarılarına rağmen, kocaman bir deniz yıldızının peşine takıldı. Deniz yıldızı yavaş yavaş dibe doğru inerken, Pıtırcık da onu heyecanla takip etti. Derinlerde, daha önce hiç görmediği ilginç canlılarla karşılaştı. Işıl ışıl parlayan deniz anaları nazlı nazlı süzülüyor, komik yengeçler yan yan yürüyordu. Pıtırcık en çok da kocaman kabuklu bir salyangozu merak etti.…

Read More

Minik Ayşe, dedesiyle birlikte yemyeşil Manavgat ormanının kıyısındaki şirin evlerinde yaşıyordu. Ayşe, ormanı ve ormanda yaşayan tüm hayvan dostlarını çok severdi. Her sabah erkenden kalkar, penceresinden ormanın uyanışını izlerdi. Güneşin ilk ışıkları ağaçların arasından süzülürken, kuş sesleriyle birlikte ormanda tatlı bir telaş başlardı. Bir sabah Ayşe, her zamanki gibi pencereye koştu. Ama bugün ormanda farklı bir sessizlik vardı. Kuşlar her zamanki gibi cıvıldamıyor, yapraklar hafif esintide bile hışırdamıyordu. Ayşe merakla bahçeye indi ve ormanın içine doğru yavaşça yürümeye başladı. İlerledikçe, bir ağacın dibinde küçük, tüylü bir sincap yavrusu gördü. Sincap yavrusu titriyor ve minik burnunu ovuşturuyordu. Ayşe hemen yanına çömeldi…

Read More

Minik Elif ve meraklı arkadaşı Ali, dedelerinin Manavgat ormanının derinliklerinde anlattığı gizemli mağara hikayelerini çok severlerdi. Dedeleri, bu mağaranın ardında parlayan taşlar ve sevimli, sakallı orman cüceleri yaşadığını söylerdi. Bir sabah, güneş ormanın tepelerinden altın rengi ışıklar saçarken, Elif ve Ali birbirlerine baktılar ve aynı şeyi düşündüler: “O gizemli mağarayı bulmalıyız!” Yanlarına birer dilim ballı ekmek ve kocaman birer su matarası aldılar. Ormanın serin ve loş patikalarında yürümeye başladılar. Ağaçlar o kadar uzundu ki, sanki gökyüzüne değiyorlardı. Kuş sesleri onlara neşeyle eşlik ediyor, kelebekler rengarenk kanatlarıyla etraflarında dans ediyordu. Biraz yürüdükten sonra, yolda sevimli, uzun kulaklı bir tavşanla karşılaştılar. Ali…

Read More

Minik arı Maya, yemyeşil çayırda yaşayan neşeli bir arıydı. Diğer arılar çiçeklerden nektar toplarken, Maya yeni yerler keşfetmeyi çok severdi. Bir sabah, kovanın en yaşlı arısı Bilge Bıyık, telaşla diğer arılara seslendi: “Arkadaşlar, bal sandığımız kayboldu! Kış için topladığımız tüm ballar içindeydi!” Bunu duyan Maya’nın minik kalbi hopladı. “Ben bulurum!” diye atıldı. Bilge Bıyık gülümsedi: “Çok cesursun Maya ama bal sandığı büyük ve ağırdır.” Maya pes etmedi. Çayırlarda uçmaya başladı. İlk önce rengarenk kelebeklere sordu: “Sevgili kelebekler, kocaman, tahta bir sandık gördünüz mü?” Kelebekler kanatlarını çırparak “Hayır minik arı,” dediler, “Biz sadece çiçeklerin kokusunu takip ederiz.” Maya yoluna devam etti.…

Read More

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, gökyüzünün en parlak yıldızlarından birinin hemen yanında yaşayan, meraklı mı meraklı, sevimli mi sevimli bir kız çocuğu varmış. Adı Ada’ymış. Ada’nın en büyük hayali, bir gün uzayın derinliklerine yolculuk yapmakmış. Odasının tavanı, fosforlu yıldızlar ve gezegen çıkartmalarıyla doluymuş. Her gece yatağına uzandığında, o çıkartmalara bakar, kendini bir uzay gemisinin içinde hayal edermiş. Bir gece, Ada tam uykuya dalmak üzereyken, penceresinden içeriye yumuşacık, pırıl pırıl bir ışık süzülmüş. Gözlerini araladığında, odasının ortasında duran, minicik, gümüş rengi bir uzay gemisi görmüş! Geminin kapısı yavaşça açılmış ve içinden ona el sallayan, sevimli, pofuduk…

Read More