Minik Elif ve meraklı arkadaşı Ali, dedelerinin Manavgat ormanının derinliklerinde anlattığı gizemli mağara hikayelerini çok severlerdi. Dedeleri, bu mağaranın ardında parlayan taşlar ve sevimli, sakallı orman cüceleri yaşadığını söylerdi. Bir sabah, güneş ormanın tepelerinden altın rengi ışıklar saçarken, Elif ve Ali birbirlerine baktılar ve aynı şeyi düşündüler: “O gizemli mağarayı bulmalıyız!“
Yanlarına birer dilim ballı ekmek ve kocaman birer su matarası aldılar. Ormanın serin ve loş patikalarında yürümeye başladılar. Ağaçlar o kadar uzundu ki, sanki gökyüzüne değiyorlardı. Kuş sesleri onlara neşeyle eşlik ediyor, kelebekler rengarenk kanatlarıyla etraflarında dans ediyordu.
Biraz yürüdükten sonra, yolda sevimli, uzun kulaklı bir tavşanla karşılaştılar. Ali hemen sordu: “Merhaba tavşan kardeş, sen hiç gizemli mağarayı duydun mu?“
Tavşan, burnunu oynatarak, “Evet duydum. Büyük, yaşlı ağacın arkasındaki yoldan biraz ilerleyince, sarmaşıklarla kaplı bir tepe göreceksiniz. Mağara işte o tepenin ardında,” dedi ve hoplayarak uzaklaştı.
Elif ve Ali, tavşanın tarif ettiği yöne doğru heyecanla koştular. Gerçekten de biraz sonra, gövdeleri birbirine sarılmış gibi duran kocaman ağaçların arasında, üzeri yemyeşil sarmaşıklarla örtülü bir tepe belirdi. Tepenin eteklerinde, karanlık ve davetkar bir mağara ağzı görünüyordu.
Kalpleri pır pır ederek mağaraya doğru yaklaştılar. Mağaranın girişinde, rengarenk mantarlar ve parlayan küçük çiçekler vardı. İçerisi biraz karanlıktı ama merakları korkularını yendi. El ele tutuşarak yavaşça içeriye adım attılar.
Mağaranın içi serin ve nemliydi. Tavandan sarkan damlalar minik gölcükler oluşturuyordu. Yere düşen her damla, yankılanarak ilginç sesler çıkarıyordu. Bir köşede, minik bir yarasa baş aşağı uyuyordu. Elif ve Ali sessizce yanından geçtiler.
İlerledikçe, mağaranın duvarlarında parlayan taşlar görmeye başladılar! Kırmızı, mavi, yeşil ışıklar saçan bu taşlar, ortama büyülü bir hava katıyordu. Tam o sırada, köşeden tıknaz, sakallı minik bir cüce çıktı. Elinde parlayan bir fener vardı.

Elif ve Ali şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Cüce gülümsedi ve kalın sesiyle, “Hoş geldiniz minik kaşifler! Ben Orman Cücesi Çıtçıt. Demek sonunda gizli mağaramı buldunuz,” dedi.
Çıtçıt, onlara mağaranın en güzel köşelerini gezdirdi. Parlayan taşların sırrını, mağaradaki ilginç yankıları ve tavandan sarkan sarkıtları anlattı. Elif ve Ali, gördükleri her şeye hayran kaldılar.
Biraz sonra, Çıtçıt onlara minik birer hediye verdi: içleri rengarenk parlayan taşlarla dolu küçük keseler. “Bu taşlar size ormanın güzelliklerini ve maceranın heyecanını hatırlatsın,” dedi.
Güneş batmaya başlarken, Elif ve Ali Çıtçıt’a veda ederek mağaradan ayrıldılar. Ormanın loş ışıkları arasında, ellerindeki parlayan taşlarla evlerinin yolunu tuttular. O gün yaşadıkları macera, onlara ormanın sadece güzel ağaçlar ve sevimli hayvanlarla dolu olmadığını, aynı zamanda gizemli sürprizlerle de dolu olabileceğini öğretmişti. Yatağa girdiklerinde, gizemli mağaranın ve sevimli cüce Çıtçıt’ın hayalleriyle tatlı bir uykuya daldılar. Çünkü onlar, Manavgat ormanının cesur ve meraklı kaşifleriydiler.
Gizemli Mağaranın Kaşifleri Masalına benzeyen 5-6 Yaş Masalları okumak için bağlantıya tıklayabilirsiniz.